Araftan Yaşama



    "Araftan Yaşama" sergisi Ressam Atilla Ağırbaş'ın tuvalleri ve Yazar Ece Özbaş'ın mitoloji esintili kalemiyle bizi bambaşka bir gerçekliğin içine çekiyor. İlk gördüğümüz tuvallerdeki renkler bize bir varoluş anlatıyor ardından kendinizi bir kapıda buluyorsunuz. O kapı "Araf".... Yaşamın ya da yaşamlarımızın karanlık yanında saklı olanlara bir geçiş kapısı. Kapıdan geçerken bir ayna beliriyor. Ve bize ;

"... Yaşam görmekle başlar
Kendini görmekle canlanır"... 

Diyor... kendini gör ve gördüklerinde kendini ara. Kendimizi göremediğimiz her varoluş bizi içimizdeki öze, hakikate ulaştıramaz. Araf'tan içeri girip o korku, nefret ve her neyin varlığını taşıyorsak bir yüzleşme şart. Çünkü içimizdeki o saf ruh, çocukluğumuzdaki masum özlerimize götürecektir bizi. Yeter ki görmeyi ve yüzleşmeyi seçersek yaşam tüm dansı ile bize eşlik edecektir. 



"Bitti" dedi adam"

Bitti" dedi kadın

"Elmayı sen yedin" dedi adam

"Elmayı yemeseydim yaşam doğmayacaktı" dedi kadın

Sustu adam

Kadın elmayı uzattı

Isırdı adam

Isırdı kadın

Patlıyordu

Eski

Açıyordu

Yeni

Mavide doğup

Siyahta ölüyorlardı

Kırmızıda canlanıp

Beyazda diriliyorlardı

"Bitti mi?" dedi Tanrı

"Başladı" dedi Tanrıça





Taktaktıkıtaktaktıkıtak

Tak k taktak tıkı tak tak

Davulun sesi cırcır böceklerine karışıyordu

Şaman davulun derisine vururken

Derin bir nefes ardından

Auooommmmmm

Diyerek evreni dengelerken

Davulun ritmi hızlanıyordu

Dolunay ihtişamlı şımarıklığıyla gülümsüyordu

Gece akşamı doğurmuş, sabaha gebeydi

Çıtçıtçıtçıtçıt

Ateş harını yitirmişti

Şaman davuluyla dans ediyordu

Tengri alev alev yakıyordu geceyi

Taktaktıkıtaktaktıkıtak

3,9,21

Taktaktıkıtaktaktıkıtak

Şamanın gücü yayılırken

Kara bir kurt belirdi

Gülümsedi şaman

Ejderha kanatlandı

Gülümsedi şaman

Küller hareketlenirken

Saygıyla eğildi şaman

Zümrüdü Anka

Tengriye uçuyordu



Özlemin gümüş anahtarıyla kapıları açıp açıp kapatıyorum

Gözüm hep kavuşmanın altın anahtarında

Sıkı sıkı tutuyorum elimde

Onu açtığımda göğe ışılar saçıyor

Gökkuşağı aşktan başka ne ola ki...


" Şu adadan şu Bodruma'a yüzesim gelir

Yüzsemde çıkamam ki of be

Kuş olup da o yakaya uçasım gelir

Uçsam da konamam ki of be

Geceleri ben adada Bodrum'a bakardım

Işıkları ben görürdüm of be

Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım

Ve de nasıl özlerdim of be

Ben döneksem döndüm diye memleketime

Döndüm baba döndüm işte oh be

Ben döneksem döndüm diye memleketime

Döndüm baba döndüm işte oh be

Şu adadan şu Bodruma'a yüzesim gelir

Yüzsemde çıkamam ki of be

Kuş olup da o yakaya uçasım gelir

Uçsam da konamam ki of be

Geceleri ben adada Bodrum'a bakardım

Işıkları ben görürdüm of be

Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım

Ve de nasıl özlerdim of be

Ben döneksem döndüm diye memleketime

Döndüm baba döndüm işte oh be

Ben döneksem döndüm diye memleketime

Döndüm baba döndüm işte oh be "

Cem Karaca



Uyku krallığının yeşil vadilerinde dolaşıyorlardı

Toprak titremeye başladı derinden

Sonra aniden yükseldi

Yerle yeksan oldular


Kimi Lethe Irmağından su içip uyku kralı Morpheus'un kanatlarına tutundu

Gece tanrıçası Niks şefkatle kucakladı ruhlarını 

Anubis göğüslerine beyaz tüyler iliştirdi

Thot bilgeliği ve sevgisiyle fısıldadı kulaklarına

Rengarenk çiçekler uçuyordu göğe

Osiris karşıladı gülümsemesiyle

Kimi yaşama uyandı

"Ses"leri duyuldu

Kara madenlerin şövalyeleri maviyle buluşturup

Kömürü elmas yaptı

Kurtardı hayatları

Uykusuz gözler

Şefkatli eller

Ağıtlarla sarılarak

Dünyayı süpürerek

Hüzün griydi

Maviyse umut

Çiçekler her bahar rengarenkti



Poseidon tridentiyle sevgiyle okşarken denizi

Girit'in fleur de lis'leri dökülür lacivertlere

Kızıl bir ateşle uçarken

Ninova'da kralın sarayında rölyef

Mezopotamya'da mühür

Mısır'ın hiyerogliflerinde yazı

Afrodit'e parfüm olur

Kakülüyle birleşip şaraba döner madonna zambağı

Tanrıça Juno'yla çiçeklenir

Meryem ve İsa'ya selam vermeden önce

Kletlerin başına taç olur

Saf rüzgarı kadınları cıvıldatırken 

Şövalyelere zırh olur

Shakespeare'in zarafet ve güzellik simgesine bürünür: 

"En tatlı şeyler ekşir kötü işler yaparak / Ottan çok daha iğrenç kokar çürüyen zambak"

Çin'de sabah yıldızı ve misk zambağı olurken

Alice'in Harikalar Diyarı'nda dillenir:

" 'Ey Kaplan- zambağı,' dedi Alice, rüzgarda incelikle sallanan 

birine seslenerek, ' Keşke konuşabilsen!', ' Konuşabiliriz',

dedi Kaplan- zambağı: ' konuşmaya değer biri olduğunda.'

Osmanlı'da has bahçelere kurulur

Fransa'da saraylara

Zambak denizle birleşince özgürlük olur

Balıkların neşesiyle birleşip 

Cennetin anahtarı olur.




Düşlerle birleşir dünya
Düşlerle çözülür
Düşlerle nefes alır insan 
Köpüklü şarabın baloncuklarıyla uçar bazen
İpsiz ağlara takılıp hapseder kendini
Kırmızıyla boğulur
Lacivertin kutsal merdivenlerini tırmanır
Martı çığlıklarına tren sesleriyle karışırken
Özleme batar bazen insan
Düşünü özler
Bölünür
Dağılır
Birleşir
Düşlerle
Nefes 
Alır
Ve
Ruhuyla birleşir insan






Havai bir melodi çalmaya başlamıştı
Renkler uçuşuyordu neşeyle
Evren morun büyüsüyle sarmalanmıştı
Kırmızı, mavi, sarı, yeşil orkestrası
Düet yapıyordu
Ateşli, parlak ve hafifti her şey
Esir dans ediyordu
Menekşe yağmurlar
Yeni doğumu müjdeliyordu
"Hoş geldin Ben"





Bazen yaşam 
Dostlarla yenen neşeli bir yemektir
Bazen yaşam 
Gurub vaktinde denizi izleyerek güneşin sulardaki aksini izlemektir
Bazen yaşam 
Her andan keyifle çıkabilmeyi öğrenmektir
Bazen yaşam
Buz gibi su içerken hücrelerinin mutlu olmasıdır
Bazen yaşam,
Sevgilinin vatanın olacağını düşünecek kadar aşık olmaktır
Bazen yaşam
Bir şarkının içinde sulara uzanıp kendini tüm evrenlerde geziyormuş gibi hissetmektir.


" Begonvil boy vermiştir şimdi
Yasemen basmıştır Bodrum'u
Kokusu geldi rüzgârın
Bi' kelebek öptü boynumu
Sen şimdi gerdanını maviye
Göğsünü bir yelkenliye
Gönlünü ilk önüne çıkan yaz seferine
Bağlamışsındır, ah
Vurunca dibine sakız rakısının
Biraz da ağlamışsındır
Benim yerime de sev
Bekletme hayatı
Bu kadarına razıysan yaşa gitsin
Kaç kişiyiz savunan sevdayı?
Benim yerime de sev
Bekletme hayatı
Bu kadarına razıysan yaşa gitsin
Kaç kişiyiz savunan sevdayı?
Gözüme ilk damlası düştü
Gelecek sonbaharın
Yeni bir sayfanın öncüsü
Bakalım ne hediyesi zamanın
Sen şimdi gerdanını maviye
Göğsünü bir yelkenliye
Gönlünü ilk önüne çıkan yaz seferine
Bağlamışsındır, ah
Vurunca dibine sakız rakısının
Biraz da ağlamışsındır
Benim yerime de sev
Bekletme hayatı
Bu kadarına razıysan yaşa gitsin
Kaç kişiyiz savunan sevdayı?
Benim yerime de sev
Bekletme hayatı
Bu kadarına razıysan yaşa gitsin
Kaç kişiyiz savunan sevdayı? "
Sezen Aksu



Ernest Hemigway'in Anısına...

21 Temmuz - 1899 - 2 Temmuz 1961

"Günün her doğuşu yepyeni ayrı bir gün getirir."

" Deniz çok güzel, çok merhametlidir. Fakat birden öyle değişiverir, öyle zalimleşir ki başımızın üstünde fırıl fırıl dönen bu ufacık ve ötüşleri hüzünlü kuşlar için dayanılmaz olur." 

" ' İnsan kocayınca çalar saat gibi olur ' diye güldü adam.

' İhtiyarlar niye öyle şafakla uyanırlar bilmem. Günü azıcık daha uzun yaşayabilmek için mi acep?' "

" Ne vakit alçakgönüllülüğe eriştiğini düşünemeyecek kadar 

saftı. Ama eriştiğini ve bunun utanılacak bir şey olmadığını,

hakiki buradan bir şey kaybettirmediğini biliyordu."

" 'Ümit etmemek aptalca' diye düşündü."



Kızıldı

Sarışındı

Esmerdi

Kumraldı

Koyu tenliydi

Beyazdı

Güzeldi

Çirkindi

İffetliydi

Cilveliydi

Masumdu

Vahşiydi

Seksiydi

Soğuktu

Anaydı

Bacıydı

Dırdırıcıydı

Suskundu

Haykırdı, Sustu, Kaçtı, Ağladı, Güldü

Sonra...

Bozuk rüyalar içinde

Sureti kayboldu

Hem Vardı

Hem Yoktu

"Kadın"



Gece durgun bir deniz gibi öylece uzanırken mavi bir yol

yaptı kendine, yumuşak bir örtünün içinde kayarmış gibi hızla

ilerliyordu, sessiz sedasız kapadı gözlerini.

' Aşk, kapısı kızıl bir rüzgar olan sonsuz bir şehir,' diye 

düşünürken , korkusunu duydu, burnunun direği sızladı,

soluğunu hissetti boynunun sıcaklığında , onun tüm yaşlarına 

sarıldı, her sızısını okşadı, her hüznüne şefkat gösterdi.

' Gerçek ne,' diye düşündü, ' bu gerçek değilse sokaktaki

çamur mu mutlak gerçek,' elle tutulan gözle görülen somutluk

algısına burun kıvırdı, ya o meşhur beş dışındaki diğer duyular

ne olacaktı... Dünya tarihi zilyonlarca fikri bir bozup bir 

toplamak meşgul değil miydi...

' Gereksiz düşüncelere saplanıyorsun' dedi kendi kendine,

' mantık sadece yumurtanın sarısını beyazından ayırır'

Sevdi bu fikri, ruhu mavi yolun ucundaki o harika solukta can 

bulurken kıvrıldı, kendi gecesini kapattı. Martıların yanına

kondu, rüyalar ülkesinde sevdiğine sokulup kulağına fısıldadı:

"Kadim zamanlardan itibaren bir seni sevdim, bir beni."



Yorgundu yaşlı kuzgun

Nuh nebiden beri kadimlerin sırlarını fısıldıyordu

Yeni yetme düşlerin vahşi çığlıklardan kaçmış

Derin kuytuya saklanmıştı

Kızıl gece alev alev yanıyordu

Gölgelerde konuşanların saatiydi

Poseidon fırtınalarla Kalipso'yu sarsarken

Geceyi dinliyordu yaşlı kuzgun

Güvercinler ölüp dirilirken

Sessizce mavinin karasına karıştı

Ötelerin özlemi sararken ruhunu

Tengri'nin evrenine göçmeye başladı

Bir faytonun tekerlekleri arasında 

Dolanırken evrende

Tüyleri karanlıkta sırlanıyordu

Davulun sesiyle kırmızı bir çığlığa kapılırken

Selam verdi Kayıkçı'ya 

Fleur de lis'ten tacını takarken 

Sfenksin önünde saygıyla eğildi

Nil'in berrak sularında

Yaşlı Adam'a selam verirken

Echo'nun aşkıyla savrulup çocuk düşlerine daldı

Uykular Ülkesi kontunun kilitlerini sökerken

Tanrı ve Tanrıçaya selam verdi

Tiamat'ın Atlasını geçip 

Kutlu ülkeye vardığında

Derin bir nefes aldı

Aummmmmm




Uyandı

Uykusunda bilge

Sanki yüzyıllardır uyuyormuşçasına etrafına baktı

Yabancılaştı

Gözlerini kapadı tekrar

Bir yanı Mavi

Bir yanı kara

Bir yanı kırmızıydı

Açtı gözlerini

Renk ahenk dönüyordu dünya

Eflatunlar sızmaya başlamıştı

Hatırladı

Bir

Bir

Unuttuklarını

Derin bir nefes aldı

Eskinin girdaplarını çözdü

Salıverdi dünyayı sonra

Bilgenin Yaşamı

Başlıyordu





Uyurgezerler ülkesinin kontu

Bir rüya görmüştü o gece

Bulutlar üstüne çöküyor

Sislerin içinde görmeye çalışıyordu

Kadınları, erkekleri, mavi çamları ve kozalakları

Uyandı kont sabah saten çarşaflarda 

Aceleyle kalktı

Ağır kırmızı perdelerin ardından

Güneşi görmeye çalışıyordu 

Nafile

Bulutlar çökmüştü uyurgezerler ülkesine

"Ne yapmalı?" diye düşünüyordu

Yüzü kırmızıdan maviye, yeşilden beyaza dönerken

Seslendi

" Kimse yok mu? "

Kapıya koştu

Büyük eski bir kilit asılmıştı

Severken uyurgezerler

Anahtar arıyordu

Tahta zemin sarsılıyordu

Bir aşağı bir yukarı dolanırken

"Hapsetmişler beni" dedi kendi kendine

Sonra düşündü

" Ama kilit içerde asılı"

Etrafa baktı, gizli kapılar aradı

Tekrar koştu pencerelere 

Uyurgezerler ülkesinde sadece homurtular duyuluyordu

"Ne yapacağım?" diye çökerken olduğu yere

Kara gözyaşları döktü çiğ damlaları gibi

Kalbinde bir yangın başladı

Tik tak

Tik tak

Tik tak

Ve zamansızlığın sonunda 

Kilitler çözüldü

Kapı açıldı

Sis dağıldı

Ne uyurgezer vardı

Ne şişkin payeler

Sadece mavi ışıltılı bir dünya

Gülümsedi yaşama...




Fırtınanın ortasında ilerlemeye çalışıyordu Büyücü. 

Pelerinin kapüşonunu başına geçirmişti, dünyadan saklanmak istiyordu. 

Ne zamandır inzivadan çıkmasını istiyorlardı, suskun dinliyorlardu onları. İnsan yorgunuydu. 

"Büyücü yorulur mu?"  diyorlardı arkasından - zaten hep arkasından konuşurlardı. 

Keskin bakışlarını üzerlerine çevirmekle yetiniyordu. 

İnsanların kalıpları vardı, yüzyıllardır aynı kalıpların içinde yaşadıklarından boş anlamlar yüklemeye bayılıyorlardı. 

Susmayı öğrenmişti Büyücü, konuştuğunda dinlemediklerini biliyordu. 

Onlar hep sessizce ve sinsice çekiliyorlardı yanından. O arkalarından öylece bakıyordu.

O gün vaktinin geldiğini fısıldadılar, inziva sona ermeliydi. Beyaz gözyaşları akıttı, fakat biliyordu, ikiletmedi, çıktı mor fırtınanın içine daldı. 

Dünya savrulurken o tatlı bir rayiha içinde ilerlemeye çalışıyordu. Yolun sonunun siyah ya da beyaz olup olmayacağı ile ilgilenmezdi Büyücü, o şüphesiz saflıktı, sadece ilerlerdi. 





Attı üstad asayı yere 

Kumların üstüne serildi

Kıvrıldı yavaş yavaş asa

Aynanın yoldaşı oldu

Önce hafifçe tısladı

Ve kumun efsununu çekti içine

Parladı güneşin üzerinde

İsis'in kırmızısı

Kıvrıldı yılan

Kıvrıldı 

Kıvrıldı 

Attı kara amber derisini

Beyazı giyindi

Ouroboros oldu

Bilgeliği kuşandı. 




Tıssssss'ladı yılan 

Saklandı kara kuzgun

Adem gözünü çevirdi

Deccal hazırlandı 

Kara toprakta fırtınalar başladı

Kırmızı doğdu

Kan kırmızısı, zulüm kırmızısı, kibir kırmızısı, 

Yalan kırmızısı, açlık kırmızısı, şehvet kırmızısı, vahşet kırmızısı

Kardeşler öldürdü birbirini

Habil de masum değildi, Kabil de

Böbürlenende katildi

Öldüren de

Masumiyet 

Sadece 

Bilgeliğine uyanandaydı

Büyücünün de yolu kanlıydı

Çünkü 

Büyücü 

Bin ölüp bin doğandı

Bin öldürüp bin yaratandı

Büyücü cahilin kanını alıp bilgeyi doğurandı

Büyücünün kırmızısı 

Doğum kırmızısıydı, tutkunun kırmızısıydı, cesaret kırmızısıydı

Can kırmızısıydı

Adem her an kaçıyor, her an dönüyordu

Adem bir görüyor, bir körleşiyordu

Adem'den önce 

Adem'den sonra 

Yılan asanın ucundaydı Dünya 

Ya cennet 

Ya cehennem 

Ya ölüm

Ya dirim

Ya ilenme

Ya direnme

Ya sevgi 

Ya nefret 

Ve

Bilge 

Kanatlarını açmış 

Şefkatti




Barışın kanatları uçuşurken havaya 

Kan damlıyordu toprağa

Acı yine avlamıştı masum ruhları 

Hırs kaplamıştı baharda çiçek açan toprağı

Dünya ölüyordu 

Kusuyordu dünya kırmızıyı

Ve yükseliyordu çığlıklarla ruhlar

Az sonra kadim müziğin içine karışacaklardı

Ölüm sessiz değildir 

Ölüm haykırıştır bazen 

Bazense öfkedir

Yanan kalp

Dünyanın kalbidir

Haykıran ses

Dünyanın sesidir

Savaş dünyayı öldürür 

Kuşun, böceğin, şen kelebeklerin

Tırılların ve salyangozların

İpekböceklerinin, arıların, ağustos böceklerinin

Ve karıncaların da dünyasıdır

Ve her ateş dünyaya atılır

Ama dünya sessiz ölmez 

İntikamını alır Nemesis'in yanmayan kanatlarıyla

Ve yırtılır zalimlerin maskeleri 

Çünkü 

Dünya sessiz ölmez



Karanlık sular dalgalanırken

İnce su damlaları müjdeliyordu "Yaşam" ı

Altın bir gözden doğuyordu

 "Ruh" 

ve

"Tutku" 

Karanlık sular dalgalanırken

Can buluyordu

Yaşam

Sıcakken

Soğuğa

ve

Sonra 

Tutkuya

Karanlık sular dalgalanırken

Genişliyordu yaşam

Altın göz

Yayılıyordu

Anbean

Yeri göğü kaplıyordu

Tutkunun sesi

Derin ve kutsi 

"Aum" 

Can veriyordu

Söze

Öze 

Ve 

Göze

Karanlık sular dalgalanırken

Tanrıçanın peçesi açılıyordu 

Altından gül yaprakları

Dünyayı

Anbean

Yeniden yaratıyordu. 


ARAF 









"Suret suretsizliğin gizidir

Yaşam görmekle başlar

Kendini görmekle canlanır"
















Ekho... 

Narkissos'a sevdalı tanrıça

Kara sevdalı Ekho... 

Yalnızlığına kapandı 

Aşkın kuyusunda

Parçalandı

Eridi

Kayalarda can buldu 

Sesi

Yalnızlığının sesiydi

Dönüp kendine gelen bir eko

Aşkla eriyen

Kaybolan

Çığlığı yankıya dönüşen

Tanrıça 

Ne Pan'ın aşkını gördü gözü 

Ne güneşe sevdalandı

Narkissos'da kayboldu 



Atlas'ın kızı, denizin güzel, yalnız perisi Kalypso... 

Poseidon'un düşmanı, tarlasına tuz eken İthaka Kralı Odysseus'a aşık tanrıça

Deniz ve kumların, ağaçlar ve yıldızların hüznüne katıldığı, ağıtlar yaktığı güzel

Kalypso... 

Homeros'a fısıldadı hikayesini bir gece... 

"Ölüm uçurumundan kurtulanlar kurtulmuştu, savaştan ve denizden dönenler dönmüştü, 

bir Odysseus kavuşamamıştı yurduna ve karısına. 

Oyuk mağaralarda alıkoymuştu onu Kalypso yüce tanrıça, yanıp tutuşuyordu güzel peri, kocası olsun diye" 

Hermes karşısına dikilene kadar aşkı yudumladı Kalipso

Sonra.... Geceler sonra... An'lar sonra... 

İsyan etti, ağladı, düşündü, haykırdı yüreği yangınla

"Kalypso uğurladı Odyssesus'u adadan beşinci günü, onu yıkamış urbalar giydirmişti güzel kokulu. 

Bir tulum siyah şarap vermişti yanına, daha büyük bir tulum dolusu da su koymuştu

kumanyayı meşin bir torbaya, her türlü yiyecek vermiş bol bol. 

Ardından uğurlu, tatlı bir yel saldı, Odysseus da sevinç içinde açtı rüzgara yelkeni. "

Kalbi kırık Kalypso 

Aşk sevinçle kaçarken kendisinden 

Acıyla attı kendini denizin ortasına

Sirenler haykırırken acıyı 

Ruhu sırlandı

Satürn'le kavuştu

Yıldızlardan bilgeliği üfledi 

Aşıklara...



" Önceki zamanlardan önceki başlangıcı" geriden izliyorlardı

Bekliyorlardı

Evren anbean yaratılıyordu

"Yukarıda ve Aşağıda, tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti, hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti. 

Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı. Yapayalnız hüküm sürüyordu boşlukta Apsu. 

Derken onun rüzgarlarıyla ilksel sular birbirine karıştı. Apsu sular üstüne ilahi ve hünerli bir büyü yaptı. Boşluğun derinliğinde derin bir uyku çöktü. 

Hepsinin Anasını, Tiamat'ı kendine eş olarak biçimlendirdi. Göksel ana, nasıl da sulak bir güzeldi o! 

Onun yanına Apsu, sonradan küçük Mummu'yu oluşturdu, onu kendine haberci atadı;

Tiamat'a hediye olarak sundu. 

Apsu eşine ışıltısı göz alan bir hediye verdi: Parıldayan bir metal, ebedi altın; yalnızca onun olacaktı!

İşte o zaman bu ikisinin suları birbirine karıştı, tam ortalarında ilahi çocuklar şekillendi"

Ve "Kader Tableti " yaratılıyordu. 

"Önceki zamanlarda, tanrıların hiçbiri Dünya'da değildi"

O kutlu gezegende, Niburu'dan sürmeye başladılar

Fakat bir gün 

"Kabileler halinde toplandı boylar ve sonra iki büyük ulus karşı karşıya geldi" 

İyi ve kötü doğdu

İyi öfkelendi

Kötü bilendi

Ve 

Zarlar atıldı 

Kan ve toz kapladı Tanrıların Evini

Agade içten içe kaynıyordu 

An ve Antu

Anşar ve Kişar

Ve haberci Gaga

Dövülmüş Bilezik'in çevresinde dönüyorlardı

Tanrılar gök arabalarının önünde beklerken zaman bükülüyordu

Bir geçmiş yazılıyordu bir gelecek 

"Tepesi ve dibi kar beyazı, arası mavi ve kahverengi" 

Altın gezegeni Dünya'ya gitmek için

An'ı bekliyorlardı... 




Martı çığlıkları basmıştı enginleri

Denizi yararak gidiyordu yelkenli 

Sonsuz ufuklarda yalnız bir adam 

Yaratıyordu yepyeni alemini

Gök çatladı karardı

Gök çatladı aydınlandı

Kayıkçı kırmızıya boyuyordu günahları 

Kayıkçı beyazla biçiyordu sevapları

Kayıkçı sisleri yararken

Güneş çatlatıyordu ölümü

Ölüm çatlatıyordu yaşamı

Bedel hazırlıyordu insancıklar

Kayıkçının gözünü kapatacaklardı

Kayıkçının gözleri metal

Kulakları mercandı

Kemikleri beyaz inci 

Vücudu kömür karası 

İnsan karasının karası

Bekliyordu altın ışıklarla 

Yeniyi, eskinin yenisini

Yine eskiyecek olan yeniyi

Alemse tek sesten fısıldıyordu

Yukarıdaki neyse aşağıdaki de odur



Büyücü
Karanlıktan aydınlığa 
Aydınlıktan karanlığa kavuşurken
Gücün salıncağında
Bir o yana bir bu yana salınıyordu

Kanlı gözyaşları akıtıyordu Büyücü
Bir bir döküyordu suretlerini
Acı dalga dalga silinirken
Renkler  dalga dalga kaplıyordu evrenini

Siyahın beyazla
Beyazın kırmızıyla
Güneşin doğuşuyla
Güneşin batışıyla
Dans ettiği gibi 
Dans ediyordu ruhuyla Büyücü

Bir cennetteydi
Bir cehennemde
Bir yılanın bilgeliğiyle tıslıyor
Bir yılanın bilgeliğiyle tıslıyor
Bir yunusun neşesiyle çığlık atıyordu. 
Kah yukarıdaydı
Kah aşağıda
Kah yakut kırmızısı
Kah güneş sarısıydı

Mühürleri bir bağlayıp bir çözerken
Bir ateşe veriyor, bir aydınlatıyordu dünyayı

Anın içine gizlenmiş bir anda
Ruhu körlerin göremediği
Evrenler yaratırken 
Bir bir söküyordu
Yaşamı Büyücü
Ve o kadim ses
Haykırıyordu her an
"Ve üstad dedi" 





"Vakit tamam..." dedi davudi ses
Toplandılar
Karanlık saklanmıştı
Aydınlık yaklaşıyordu
Bekleyişler dökülmüştü yıldız yıldız evrene

Korkular
Sarıklara bürünmüş
Haçlarla bürünmüş 
Altı köşeden fırlamış 
Ve bir olmuştu
Anda

Güneşin ılık sabasıyla sallanıyorlar
 Selam veriyorlardı ruhlarına

Dem başsğa dönüyordu 
Topraktan cana, candan toprağa


Şafak kızılı sardı alemi
Simyanın altına büründüler
"Vakit tamamdı" 
Süzüldüler
Ne kör karanlık kaldı
Ne kör aydınlık






Bekleşiyorlardı
Tutkunun içinde 
Kara suretlere bürünmüşlerdi
Güneş yavaş yavaş sızıyordu korkularının arasına
Bilinmezlik tatlı fısıltılarını yayarken
Bir ağlayıp bir gülüyor
Bir görüp, bir körleşiyorlardı
Bekleşiyorlardı
Korkunun içinde
Gözleri kan kırmızısına dönüyordu

Yavaş yavaş sızıyordu yaşam
Doğumun kızıl sancıları yayılıyordu

Tutkuyla
Ruha kavuşuyordu
Kara suretler

Bekleşiyorlardı
O an geldiğinde 
Birer birer 
Kızıl ateşe bırakarak korkularını 

Yeni güneşe
Kavuşuyorlardı
Kızıl gübeşin parlak çocukları




Bir çocuk son nefesini verirken dünyaya 
Meleklerin kanatlarına tutunur

Bir çocuk son nefesini verirken dünyaya 
Umudunu çocuklara hediye eder, pempe bulutlarla

Bir çocuk son nefesini verirken dünyaya 
Bulutlar eşlik eder yolculuğuna 
Zıplarken üzerlerinde
Annesine çiçekler yağdırır
Acısı hafiflesin, ağıtları zehre dönüşmesin diye

Bir çocuk son nefesini verirken dünyaya 
Annesi ruhunun çiçeklerini yollar göğe
Çocuğu neşeyle bulutlar üzerinde zıplasın diye





Mavi dans ederken maviyle
İçiçe geçip
Yaratılışın döngüsüne karışıyordu
Zarafetle evreni sarıyor, 
İplik iplik, petek petek örüyordu mavi maviyi 
Güneş sızmıştı aralarına
Yaşam çiçeği tohumlanıyordu
Büyücünün yolu tanın kırmızısıyla açılıyordu
İpekten bir uçan halıda
Başlıyordu yolculuk.... 



Ressam Atilla Ağırbaş ve  Yazar Ece Özbaş ile 
"Araftan Yaşama" sergisinde




Sanat İlhamlı ⛬

Yorumlar

  1. Emeğinize,kaleminize sağlık sanki sergiyi geziyormusum gibi bir hisse kapıldım çok teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel bir yorum, sergiyi yakından görmüş gibi bir izlenim verebildiysem ne mutlu bana. Teşekkür ederim 🌿

      Sil
  2. İlginç ve çarpıcı resimler 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet çok farklı ve etkileyici. Arkasındaki ilhamı, esinlenmeyi yani hikayeyi seviyorum 💫

      Sil

Yorum Gönder

Sanat İlhamlı Kalın!

ÖNE ÇIKANLAR

III- Kitap Sayfalarından Beyaz Perdeye

Genç Ressam Süleyman Erdoğan ile Söyleşi

SANATTA YARATICILIK

İSTANBUL' DA ŞİFA BULMAK

Dönüşüm Etkisi

Doğukan Çiğdem ile Söyleşi

Şehrin Dokusu: Heykeller

Sanatçı Bahar Bilici Öztürk ile Söyleşi

Picasso'ya Dair

SARI IŞIĞIN İZİNDE