Araftan Yaşama
"Bitti" dedi adam"
Bitti" dedi kadın
"Elmayı sen yedin" dedi adam
"Elmayı yemeseydim yaşam doğmayacaktı" dedi kadın
Sustu adam
Kadın elmayı uzattı
Isırdı adam
Isırdı kadın
Patlıyordu
Eski
Açıyordu
Yeni
Mavide doğup
Siyahta ölüyorlardı
Kırmızıda canlanıp
Beyazda diriliyorlardı
"Bitti mi?" dedi Tanrı
"Başladı" dedi Tanrıça
Taktaktıkıtaktaktıkıtak
Tak k taktak tıkı tak tak
Davulun sesi cırcır böceklerine karışıyordu
Şaman davulun derisine vururken
Derin bir nefes ardından
Auooommmmmm
Diyerek evreni dengelerken
Davulun ritmi hızlanıyordu
Dolunay ihtişamlı şımarıklığıyla gülümsüyordu
Gece akşamı doğurmuş, sabaha gebeydi
Çıtçıtçıtçıtçıt
Ateş harını yitirmişti
Şaman davuluyla dans ediyordu
Tengri alev alev yakıyordu geceyi
Taktaktıkıtaktaktıkıtak
3,9,21
Taktaktıkıtaktaktıkıtak
Şamanın gücü yayılırken
Kara bir kurt belirdi
Gülümsedi şaman
Ejderha kanatlandı
Gülümsedi şaman
Küller hareketlenirken
Saygıyla eğildi şaman
Zümrüdü Anka
Tengriye uçuyordu
Özlemin gümüş anahtarıyla kapıları açıp açıp kapatıyorum
Gözüm hep kavuşmanın altın anahtarında
Sıkı sıkı tutuyorum elimde
Onu açtığımda göğe ışılar saçıyor
Gökkuşağı aşktan başka ne ola ki...
" Şu adadan şu Bodruma'a yüzesim gelir
Yüzsemde çıkamam ki of be
Kuş olup da o yakaya uçasım gelir
Uçsam da konamam ki of be
Geceleri ben adada Bodrum'a bakardım
Işıkları ben görürdüm of be
Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım
Ve de nasıl özlerdim of be
Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be
Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be
Şu adadan şu Bodruma'a yüzesim gelir
Yüzsemde çıkamam ki of be
Kuş olup da o yakaya uçasım gelir
Uçsam da konamam ki of be
Geceleri ben adada Bodrum'a bakardım
Işıkları ben görürdüm of be
Türküleri ben dinlerdim, gökyüzünü ben koklardım
Ve de nasıl özlerdim of be
Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be
Ben döneksem döndüm diye memleketime
Döndüm baba döndüm işte oh be "
Cem Karaca
Uyku krallığının yeşil vadilerinde dolaşıyorlardı
Toprak titremeye başladı derinden
Sonra aniden yükseldi
Yerle yeksan oldular
Kimi Lethe Irmağından su içip uyku kralı Morpheus'un kanatlarına tutundu
Gece tanrıçası Niks şefkatle kucakladı ruhlarını
Anubis göğüslerine beyaz tüyler iliştirdi
Thot bilgeliği ve sevgisiyle fısıldadı kulaklarına
Rengarenk çiçekler uçuyordu göğe
Osiris karşıladı gülümsemesiyle
Kimi yaşama uyandı
"Ses"leri duyuldu
Kara madenlerin şövalyeleri maviyle buluşturup
Kömürü elmas yaptı
Kurtardı hayatları
Uykusuz gözler
Şefkatli eller
Ağıtlarla sarılarak
Dünyayı süpürerek
Hüzün griydi
Maviyse umut
Çiçekler her bahar rengarenkti
Poseidon tridentiyle sevgiyle okşarken denizi
Girit'in fleur de lis'leri dökülür lacivertlere
Kızıl bir ateşle uçarken
Ninova'da kralın sarayında rölyef
Mezopotamya'da mühür
Mısır'ın hiyerogliflerinde yazı
Afrodit'e parfüm olur
Kakülüyle birleşip şaraba döner madonna zambağı
Tanrıça Juno'yla çiçeklenir
Meryem ve İsa'ya selam vermeden önce
Kletlerin başına taç olur
Saf rüzgarı kadınları cıvıldatırken
Şövalyelere zırh olur
Shakespeare'in zarafet ve güzellik simgesine bürünür:
"En tatlı şeyler ekşir kötü işler yaparak / Ottan çok daha iğrenç kokar çürüyen zambak"
Çin'de sabah yıldızı ve misk zambağı olurken
Alice'in Harikalar Diyarı'nda dillenir:
" 'Ey Kaplan- zambağı,' dedi Alice, rüzgarda incelikle sallanan
birine seslenerek, ' Keşke konuşabilsen!', ' Konuşabiliriz',
dedi Kaplan- zambağı: ' konuşmaya değer biri olduğunda.'
Osmanlı'da has bahçelere kurulur
Fransa'da saraylara
Zambak denizle birleşince özgürlük olur
Balıkların neşesiyle birleşip
Cennetin anahtarı olur.
Düşlerle birleşir dünya
Ernest Hemigway'in Anısına...
21 Temmuz - 1899 - 2 Temmuz 1961
"Günün her doğuşu yepyeni ayrı bir gün getirir."
" Deniz çok güzel, çok merhametlidir. Fakat birden öyle değişiverir, öyle zalimleşir ki başımızın üstünde fırıl fırıl dönen bu ufacık ve ötüşleri hüzünlü kuşlar için dayanılmaz olur."
" ' İnsan kocayınca çalar saat gibi olur ' diye güldü adam.
' İhtiyarlar niye öyle şafakla uyanırlar bilmem. Günü azıcık daha uzun yaşayabilmek için mi acep?' "
" Ne vakit alçakgönüllülüğe eriştiğini düşünemeyecek kadar
saftı. Ama eriştiğini ve bunun utanılacak bir şey olmadığını,
hakiki buradan bir şey kaybettirmediğini biliyordu."
" 'Ümit etmemek aptalca' diye düşündü."
Kızıldı
Sarışındı
Esmerdi
Kumraldı
Koyu tenliydi
Beyazdı
Güzeldi
Çirkindi
İffetliydi
Cilveliydi
Masumdu
Vahşiydi
Seksiydi
Soğuktu
Anaydı
Bacıydı
Dırdırıcıydı
Suskundu
Haykırdı, Sustu, Kaçtı, Ağladı, Güldü
Sonra...
Bozuk rüyalar içinde
Sureti kayboldu
Hem Vardı
Hem Yoktu
"Kadın"
Gece durgun bir deniz gibi öylece uzanırken mavi bir yol
yaptı kendine, yumuşak bir örtünün içinde kayarmış gibi hızla
ilerliyordu, sessiz sedasız kapadı gözlerini.
' Aşk, kapısı kızıl bir rüzgar olan sonsuz bir şehir,' diye
düşünürken , korkusunu duydu, burnunun direği sızladı,
soluğunu hissetti boynunun sıcaklığında , onun tüm yaşlarına
sarıldı, her sızısını okşadı, her hüznüne şefkat gösterdi.
' Gerçek ne,' diye düşündü, ' bu gerçek değilse sokaktaki
çamur mu mutlak gerçek,' elle tutulan gözle görülen somutluk
algısına burun kıvırdı, ya o meşhur beş dışındaki diğer duyular
ne olacaktı... Dünya tarihi zilyonlarca fikri bir bozup bir
toplamak meşgul değil miydi...
' Gereksiz düşüncelere saplanıyorsun' dedi kendi kendine,
' mantık sadece yumurtanın sarısını beyazından ayırır'
Sevdi bu fikri, ruhu mavi yolun ucundaki o harika solukta can
bulurken kıvrıldı, kendi gecesini kapattı. Martıların yanına
kondu, rüyalar ülkesinde sevdiğine sokulup kulağına fısıldadı:
"Kadim zamanlardan itibaren bir seni sevdim, bir beni."
Yorgundu yaşlı kuzgun
Nuh nebiden beri kadimlerin sırlarını fısıldıyordu
Yeni yetme düşlerin vahşi çığlıklardan kaçmış
Derin kuytuya saklanmıştı
Kızıl gece alev alev yanıyordu
Gölgelerde konuşanların saatiydi
Poseidon fırtınalarla Kalipso'yu sarsarken
Geceyi dinliyordu yaşlı kuzgun
Güvercinler ölüp dirilirken
Sessizce mavinin karasına karıştı
Ötelerin özlemi sararken ruhunu
Tengri'nin evrenine göçmeye başladı
Bir faytonun tekerlekleri arasında
Dolanırken evrende
Tüyleri karanlıkta sırlanıyordu
Davulun sesiyle kırmızı bir çığlığa kapılırken
Selam verdi Kayıkçı'ya
Fleur de lis'ten tacını takarken
Sfenksin önünde saygıyla eğildi
Nil'in berrak sularında
Yaşlı Adam'a selam verirken
Echo'nun aşkıyla savrulup çocuk düşlerine daldı
Uykular Ülkesi kontunun kilitlerini sökerken
Tanrı ve Tanrıçaya selam verdi
Tiamat'ın Atlasını geçip
Kutlu ülkeye vardığında
Derin bir nefes aldı
Aummmmmm
Uyandı
Uykusunda bilge
Sanki yüzyıllardır uyuyormuşçasına etrafına baktı
Yabancılaştı
Gözlerini kapadı tekrar
Bir yanı Mavi
Bir yanı kara
Bir yanı kırmızıydı
Açtı gözlerini
Renk ahenk dönüyordu dünya
Eflatunlar sızmaya başlamıştı
Hatırladı
Bir
Bir
Unuttuklarını
Derin bir nefes aldı
Eskinin girdaplarını çözdü
Salıverdi dünyayı sonra
Bilgenin Yaşamı
Başlıyordu
Uyurgezerler ülkesinin kontu
Bir rüya görmüştü o gece
Bulutlar üstüne çöküyor
Sislerin içinde görmeye çalışıyordu
Kadınları, erkekleri, mavi çamları ve kozalakları
Uyandı kont sabah saten çarşaflarda
Aceleyle kalktı
Ağır kırmızı perdelerin ardından
Güneşi görmeye çalışıyordu
Nafile
Bulutlar çökmüştü uyurgezerler ülkesine
"Ne yapmalı?" diye düşünüyordu
Yüzü kırmızıdan maviye, yeşilden beyaza dönerken
Seslendi
" Kimse yok mu? "
Kapıya koştu
Büyük eski bir kilit asılmıştı
Severken uyurgezerler
Anahtar arıyordu
Tahta zemin sarsılıyordu
Bir aşağı bir yukarı dolanırken
"Hapsetmişler beni" dedi kendi kendine
Sonra düşündü
" Ama kilit içerde asılı"
Etrafa baktı, gizli kapılar aradı
Tekrar koştu pencerelere
Uyurgezerler ülkesinde sadece homurtular duyuluyordu
"Ne yapacağım?" diye çökerken olduğu yere
Kara gözyaşları döktü çiğ damlaları gibi
Kalbinde bir yangın başladı
Tik tak
Tik tak
Tik tak
Ve zamansızlığın sonunda
Kilitler çözüldü
Kapı açıldı
Sis dağıldı
Ne uyurgezer vardı
Ne şişkin payeler
Sadece mavi ışıltılı bir dünya
Gülümsedi yaşama...
Fırtınanın ortasında ilerlemeye çalışıyordu Büyücü.
Pelerinin kapüşonunu başına geçirmişti, dünyadan saklanmak istiyordu.
Ne zamandır inzivadan çıkmasını istiyorlardı, suskun dinliyorlardu onları. İnsan yorgunuydu.
"Büyücü yorulur mu?" diyorlardı arkasından - zaten hep arkasından konuşurlardı.
Keskin bakışlarını üzerlerine çevirmekle yetiniyordu.
İnsanların kalıpları vardı, yüzyıllardır aynı kalıpların içinde yaşadıklarından boş anlamlar yüklemeye bayılıyorlardı.
Susmayı öğrenmişti Büyücü, konuştuğunda dinlemediklerini biliyordu.
Onlar hep sessizce ve sinsice çekiliyorlardı yanından. O arkalarından öylece bakıyordu.
O gün vaktinin geldiğini fısıldadılar, inziva sona ermeliydi. Beyaz gözyaşları akıttı, fakat biliyordu, ikiletmedi, çıktı mor fırtınanın içine daldı.
Dünya savrulurken o tatlı bir rayiha içinde ilerlemeye çalışıyordu. Yolun sonunun siyah ya da beyaz olup olmayacağı ile ilgilenmezdi Büyücü, o şüphesiz saflıktı, sadece ilerlerdi.
Attı üstad asayı yere
Kumların üstüne serildi
Kıvrıldı yavaş yavaş asa
Aynanın yoldaşı oldu
Önce hafifçe tısladı
Ve kumun efsununu çekti içine
Parladı güneşin üzerinde
İsis'in kırmızısı
Kıvrıldı yılan
Kıvrıldı
Kıvrıldı
Attı kara amber derisini
Beyazı giyindi
Ouroboros oldu
Bilgeliği kuşandı.
Tıssssss'ladı yılan
Saklandı kara kuzgun
Adem gözünü çevirdi
Deccal hazırlandı
Kara toprakta fırtınalar başladı
Kırmızı doğdu
Kan kırmızısı, zulüm kırmızısı, kibir kırmızısı,
Yalan kırmızısı, açlık kırmızısı, şehvet kırmızısı, vahşet kırmızısı
Kardeşler öldürdü birbirini
Habil de masum değildi, Kabil de
Böbürlenende katildi
Öldüren de
Masumiyet
Sadece
Bilgeliğine uyanandaydı
Büyücünün de yolu kanlıydı
Çünkü
Büyücü
Bin ölüp bin doğandı
Bin öldürüp bin yaratandı
Büyücü cahilin kanını alıp bilgeyi doğurandı
Büyücünün kırmızısı
Doğum kırmızısıydı, tutkunun kırmızısıydı, cesaret kırmızısıydı
Can kırmızısıydı
Adem her an kaçıyor, her an dönüyordu
Adem bir görüyor, bir körleşiyordu
Adem'den önce
Adem'den sonra
Yılan asanın ucundaydı Dünya
Ya cennet
Ya cehennem
Ya ölüm
Ya dirim
Ya ilenme
Ya direnme
Ya sevgi
Ya nefret
Ve
Bilge
Kanatlarını açmış
Şefkatti
Barışın kanatları uçuşurken havaya
Kan damlıyordu toprağa
Acı yine avlamıştı masum ruhları
Hırs kaplamıştı baharda çiçek açan toprağı
Dünya ölüyordu
Kusuyordu dünya kırmızıyı
Ve yükseliyordu çığlıklarla ruhlar
Az sonra kadim müziğin içine karışacaklardı
Ölüm sessiz değildir
Ölüm haykırıştır bazen
Bazense öfkedir
Yanan kalp
Dünyanın kalbidir
Haykıran ses
Dünyanın sesidir
Savaş dünyayı öldürür
Kuşun, böceğin, şen kelebeklerin
Tırılların ve salyangozların
İpekböceklerinin, arıların, ağustos böceklerinin
Ve karıncaların da dünyasıdır
Ve her ateş dünyaya atılır
Ama dünya sessiz ölmez
İntikamını alır Nemesis'in yanmayan kanatlarıyla
Ve yırtılır zalimlerin maskeleri
Çünkü
Dünya sessiz ölmez
Karanlık sular dalgalanırken
İnce su damlaları müjdeliyordu "Yaşam" ı
Altın bir gözden doğuyordu
"Ruh"
ve
"Tutku"
Karanlık sular dalgalanırken
Can buluyordu
Yaşam
Sıcakken
Soğuğa
ve
Sonra
Tutkuya
Karanlık sular dalgalanırken
Genişliyordu yaşam
Altın göz
Yayılıyordu
Anbean
Yeri göğü kaplıyordu
Tutkunun sesi
Derin ve kutsi
"Aum"
Can veriyordu
Söze
Öze
Ve
Göze
Karanlık sular dalgalanırken
Tanrıçanın peçesi açılıyordu
Altından gül yaprakları
Dünyayı
Anbean
Yeniden yaratıyordu.
ARAF |
"Suret suretsizliğin gizidir
Yaşam görmekle başlar
Kendini görmekle canlanır"
Ekho...
Narkissos'a sevdalı tanrıça
Kara sevdalı Ekho...
Yalnızlığına kapandı
Aşkın kuyusunda
Parçalandı
Eridi
Kayalarda can buldu
Sesi
Yalnızlığının sesiydi
Dönüp kendine gelen bir eko
Aşkla eriyen
Kaybolan
Çığlığı yankıya dönüşen
Tanrıça
Ne Pan'ın aşkını gördü gözü
Ne güneşe sevdalandı
Narkissos'da kayboldu
Atlas'ın kızı, denizin güzel, yalnız perisi Kalypso...
Poseidon'un düşmanı, tarlasına tuz eken İthaka Kralı Odysseus'a aşık tanrıça
Deniz ve kumların, ağaçlar ve yıldızların hüznüne katıldığı, ağıtlar yaktığı güzel
Kalypso...
Homeros'a fısıldadı hikayesini bir gece...
"Ölüm uçurumundan kurtulanlar kurtulmuştu, savaştan ve denizden dönenler dönmüştü,
bir Odysseus kavuşamamıştı yurduna ve karısına.
Oyuk mağaralarda alıkoymuştu onu Kalypso yüce tanrıça, yanıp tutuşuyordu güzel peri, kocası olsun diye"
Hermes karşısına dikilene kadar aşkı yudumladı Kalipso
Sonra.... Geceler sonra... An'lar sonra...
İsyan etti, ağladı, düşündü, haykırdı yüreği yangınla
"Kalypso uğurladı Odyssesus'u adadan beşinci günü, onu yıkamış urbalar giydirmişti güzel kokulu.
Bir tulum siyah şarap vermişti yanına, daha büyük bir tulum dolusu da su koymuştu
kumanyayı meşin bir torbaya, her türlü yiyecek vermiş bol bol.
Ardından uğurlu, tatlı bir yel saldı, Odysseus da sevinç içinde açtı rüzgara yelkeni. "
Kalbi kırık Kalypso
Aşk sevinçle kaçarken kendisinden
Acıyla attı kendini denizin ortasına
Sirenler haykırırken acıyı
Ruhu sırlandı
Satürn'le kavuştu
Yıldızlardan bilgeliği üfledi
Aşıklara...
" Önceki zamanlardan önceki başlangıcı" geriden izliyorlardı
Bekliyorlardı
Evren anbean yaratılıyordu
"Yukarıda ve Aşağıda, tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti, hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti.
Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı. Yapayalnız hüküm sürüyordu boşlukta Apsu.
Derken onun rüzgarlarıyla ilksel sular birbirine karıştı. Apsu sular üstüne ilahi ve hünerli bir büyü yaptı. Boşluğun derinliğinde derin bir uyku çöktü.
Hepsinin Anasını, Tiamat'ı kendine eş olarak biçimlendirdi. Göksel ana, nasıl da sulak bir güzeldi o!
Onun yanına Apsu, sonradan küçük Mummu'yu oluşturdu, onu kendine haberci atadı;
Tiamat'a hediye olarak sundu.
Apsu eşine ışıltısı göz alan bir hediye verdi: Parıldayan bir metal, ebedi altın; yalnızca onun olacaktı!
İşte o zaman bu ikisinin suları birbirine karıştı, tam ortalarında ilahi çocuklar şekillendi"
Ve "Kader Tableti " yaratılıyordu.
"Önceki zamanlarda, tanrıların hiçbiri Dünya'da değildi"
O kutlu gezegende, Niburu'dan sürmeye başladılar
Fakat bir gün
"Kabileler halinde toplandı boylar ve sonra iki büyük ulus karşı karşıya geldi"
İyi ve kötü doğdu
İyi öfkelendi
Kötü bilendi
Ve
Zarlar atıldı
Kan ve toz kapladı Tanrıların Evini
Agade içten içe kaynıyordu
An ve Antu
Anşar ve Kişar
Ve haberci Gaga
Dövülmüş Bilezik'in çevresinde dönüyorlardı
Tanrılar gök arabalarının önünde beklerken zaman bükülüyordu
Bir geçmiş yazılıyordu bir gelecek
"Tepesi ve dibi kar beyazı, arası mavi ve kahverengi"
Altın gezegeni Dünya'ya gitmek için
An'ı bekliyorlardı...
Martı çığlıkları basmıştı enginleri
Denizi yararak gidiyordu yelkenli
Sonsuz ufuklarda yalnız bir adam
Yaratıyordu yepyeni alemini
Gök çatladı karardı
Gök çatladı aydınlandı
Kayıkçı kırmızıya boyuyordu günahları
Kayıkçı beyazla biçiyordu sevapları
Kayıkçı sisleri yararken
Güneş çatlatıyordu ölümü
Ölüm çatlatıyordu yaşamı
Bedel hazırlıyordu insancıklar
Kayıkçının gözünü kapatacaklardı
Kayıkçının gözleri metal
Kulakları mercandı
Kemikleri beyaz inci
Vücudu kömür karası
İnsan karasının karası
Bekliyordu altın ışıklarla
Yeniyi, eskinin yenisini
Yine eskiyecek olan yeniyi
Alemse tek sesten fısıldıyordu
Yukarıdaki neyse aşağıdaki de odur
Emeğinize,kaleminize sağlık sanki sergiyi geziyormusum gibi bir hisse kapıldım çok teşekkürler
YanıtlaSilNe güzel bir yorum, sergiyi yakından görmüş gibi bir izlenim verebildiysem ne mutlu bana. Teşekkür ederim 🌿
Silİlginç ve çarpıcı resimler 😊
YanıtlaSilEvet çok farklı ve etkileyici. Arkasındaki ilhamı, esinlenmeyi yani hikayeyi seviyorum 💫
Sil