AHRAZ

 

  " Yaradan bakmış şeytan nerede çoğalıyor oraya bir zeytin ağacı dikmiş. Bu toprakları, denizi, diğer tüm canlıları zeytinin yağıyla meshetmiş, niye? Bu şeytanların elleri kaysın da şu güzellikleri tutamasınlar diye, sonra da inciri vermiş başlarına yıkmış sök bakalım sökebilirsen, incir kökünde boğulacak bak bu topraklar göreceksin. Ya asma, şu karşı tepelerde gözü alaca kılan, tuzun rüzgarın, eğimli tepelerin sevgilisini niye dolamış dersin bu topraklara? Merhametinden; hazzı da tatsınlar istemiş, çiçek gibi hissetmek nasılmış bilsinler de kötülükten el çeksinler diye"


       Yazar Deniz Gezgin'in Ahraz romanından beni en çok etkileyen pasajla başlamak istedim. Dokunaklı ve dingin bir roman; adile annesiz, babasız hayatta kalmaya çalışırken İsrafil'e hamile kalır. Tek başına büyüttüğü oğlu ile çöp kağıtları toplayarak geçimlerini sağlamaktadır. Bebekken ateşlenen oğluna deniz kıyısında yaşadıkları kasabada kimse yardım eli uzatmaz. Bir gün İsrafil'in seslere kulak vermediğini fark eder. Doktora götürür. Sağır olduğunu öğrenince tüm dünyası kararır. Buna sebep olduğu için önce kendine sonra kasabalıya kızar. 

"Her  çocuk bir düşün tohumudur"


      İsrafil büyümüş sadece kokuları algılayan sessiz bir Ahrazdır (dilsiz, sağır). İsrafil'in bir gün yolu Yusuf adında kendi halinde marangozluk yapan bir adama düşer. Arkadaş olurlar. Yusuf da kimsesiz büyüdüğü için Ahraz'ı anlamakta zorlanmaz. Adile oğlunun insanlarla olan bu diyaloguna şaşırır. Onca zaman ifritin oğlu diye dışlandıkları kasabada kimse ile konuşmazlardı. 

" Her şeye büyük bir merak besliyordu. Gökyüzünü, açık denizi, karşı adayı, rüzgarın uyuduğu yeri ve daha çok şeyi...bilmek değil hissetmek istiyordu. Varlıktan çok yokluktu merak ettiği, hiçlikti; tıpkı kendi gibi"


    Kasabanın karşı kıyısındaki adada çıkan çatışmadan karaya sığınan Papaz ve kızına İsrafil ve Yusuf yardım ederler. Zamanla İsrafil ve Papazın kızı Marika aşık olur. Çatışma bitince adalarına dönen baba, kız  Yusuf ve İsrafil'in yaptıklarını hiç unutmayacaklarına söz verirler. İsrafil eski kilisenin oraya Marika'nın adasındaki kuleyi görmek için kule yapar ama kasabalı onu yıkar, tekrar yapar. Kasabalının lanetli ve uğursuz saydıkları yerde durmaktansa Yusuf ve İsrafil Marika'nın adasına yaşamaya giderler. 

"Sevgi bir kuştur gelir az ötene konar, gidip tutayım dersin, hop bir de bakmışsın uçmuş dama konmuş, sen peşine düştükçe o kaçar durur"


    Bir yere ait olmak bazen oradaki insanların seni benimsemesiyle de çok alakalı. Önyargıların, batıl inançların insanlar arasındaki uçurumu nasıl derinleştirdiğini. Koca kasabanın küçük ve dilsiz bir çocuğa yuva olamamasının oluşturduğu atmosfer romanda mistik bir masalsı anlatımı ile çok ders çıkarılacak detaylara sahip. Kitapta yerler belirtilmese de ege kasabalarında geçtiği anlaşılıyor. Sanırım yazar bir yer ismi verip sabitlememiş bu da romanı mistik kılan yönlerinden. 

     "Günün kaderi rüzgarın bileğinde asılıydı, ne kadar şıngırdıyorsa o kadar yavaşlardı an. Biri hızlandıkça diğeri durma noktasına gelen kuma gömülü bir tahterevalli gibi, aksi iki uç ve ağır gelen daima rüzgar , ayakları kuma sürtünce zaman olurdu"

Yorumlar

ÖNE ÇIKANLAR

III- Kitap Sayfalarından Beyaz Perdeye

Genç Ressam Süleyman Erdoğan ile Söyleşi

SANATTA YARATICILIK

İSTANBUL' DA ŞİFA BULMAK

Dönüşüm Etkisi

Doğukan Çiğdem ile Söyleşi

Şehrin Dokusu: Heykeller

Picasso'ya Dair

Sanatçı Bahar Bilici Öztürk ile Söyleşi

SARI IŞIĞIN İZİNDE